7 Haziran 2015 Pazar

Geçici ölümler

Geçici ölümler şarbonlu mektuplar
Fransız balkonunda devrilmiş bir saksı
Çiçeksiz kuru kara toprak
Ve şiir
İçindeki işlevselliğe inat

Geçici ölümler ve şarbonlu mektuplar
Gözlerinde
Ve sehpanın üzerinde küflenmiş mezeler

Çık çık merdivenleri çık
Daha kaç intihar varacağın yere
Atlasan tutacak gibi deniz kollarından
Geçici ölümlerde
Tekil soykırımlarını al sok götüne 
Cinnet de bütün yanlışlarına
Sana ait olmayan yollarda yürüme
Yürüme molozlarda
Batmasın ayağına ayyaşlar
Ve uyandır beni gördüğüm bu rüyadan

11 Nisan 2015 Cumartesi

geri görü

ölü ozanlar derneğini denizde gördüm
askıda, bir tül gibi
tül gibi yok üstelik
gördüm
önümde çanlar
yansımaları aradım
öyle bir yer var mıydı ki
şehre ait
binalara baktım binalar
kırılabiliyorlardı
her yere baktım
Ginsberg'ün ulumasını gördüm
sarıyer meydanında ağlarken
görünmez kılan insanlığa
Kafkayı gördüm böcek
böcek ilaçlarken 
kafa mayhoş
suya döndüm yüzümü su
yüzüme duman üflüyordu
elim uyandı kan devrildi
ben uyandım
gördüm ben
eşantiyon ajandalarda gördüm
şehirlerin nüfuslarında
mantar gibi üreyen
asfalt yollar ve
çok katlı mezarlarda gördüm
-carpe diem-in ölüşünü 



6 Nisan 2015 Pazartesi

tamamlanmak

Virajsız yollarla kaplı
Her yanım çatlak çatlak
Sarsıldığım her güne lanet ederken
Ve uzak olduğum
Göğüslerim ellerini özlemekte
Ellerim dudaklarını
Uzun yollarla kaplıyız
Zorunlu sorularla
Parça parçayız

Hiç olmadığım kadar bütün 
Olamaz mıyız? 

29 Mart 2015 Pazar

Tepe

Merdivenlerini gördüm
Beni kurtarmak için eğiliydin
Beyaz boyalar damladı saçlarıma
Aydınlığa eriştim harici
Hassas doyumsuz 
Parmaklarının
Tenimde çizdiği kusursuz çemberler 
Kadar harici
Zavallı küçük göğüslerimin üzerinde
Saçların serin
Yüzün loş ışıkta daha da
Gittikçe daha da gözümde
Uysal ve kanaatkar çocuk 
Çocuk çocuk bakışların 
Doyumsuz duyarsız
Beni en cüretkar ve en savunmasız
En yalnız ve en kalabalık yapan
Çocuk çocuk bakışların
İzin ver 
Üzerindeki ağırlıkları çıkarıp 
Usulca yanına uzanayım
Göğüs kafesinden gelen
Çapraşık sesleri dinleyeyim
İzin ver bir gün bana
Seni kendin yapayım
Perdeler kapalıyken kimse duyamaz seni
Gözlerini yum da yorganın altına gireyim
Çoraplarımı çıkarmadan
Bu arada
Sakın sarılma bana gözlerim kapanmadan

21 Mart 2015 Cumartesi

BLİNK! (dudaklarını birleştirip açınca çıkan uhrevi ses)

Vagon kokuna karışmış
Nefesimi tutum
Arada derede çilekli sakız kokusu

Boş

Bakacak yerim yoktu
Ellerime baktım
Çirkinlerdi
Senin yozlaşmış görüşlerin 
Ve benim aşkım kadar
Camda olmayan yansımana bakıp 
Raylara savrulan küfürler ettim
Biri sekip lensime kaçtı
Ağladım
Bütün çerçöpü atar gibi
Ağladım ağladım
Papatya beni sevmiyordu
Evet 
Mızmızın tekiyim
Aptalım diye
Bütün yapraklarını yoldum 
Uzaklara giden bir hemşirenin 
Bavuluna koydum
Uçuyordu kadın
Senin boyundan büyük sözlerin
Ve benim saçlarım gibi
Gökyüzünde bir noktaydı 
Blink! Kayboldu 

20 Mart 2015 Cuma

sus ve yalovaya devam et

o kadar çok söz var ki
dilimin ucunda
ekşiyor
dudakların geçtikçe
şişenin işveli ağzından
bu dakikadan sonra
konuşmak sevişmekten
daha illegal

dişlileri bozuk beynimin
içinde binlerce ses
zararsız
yemin ederim zararsız
yaklaş bana
antidepresanların gölgesinde
dinlendiğim yazları boş ver
biz kalalım
beyaza en sevdiğin
kırmızıyı karıştırıp çiz beni
karanlık bastırmadan 
söndür avuçlarımda tıkırdayan zamanı 
biz kalalım
ve mum alevinde yanan sinekler gibi
söylenmemiş sözler
ve biz kalalım
ve mum alevinde...

cihangir'de ortalama bir sabah

  Samimiyetsiz bir kanepede cenin pozisyonunda uyuyorum titreyerek. Tanıdık kokular hatta tanıdık sesler omzumu sıvazlıyor. Kirpiklerim, şakaklarım ve elmacık kemiklerim yağmurda ıslanmış. Koltuğun kadifesi süzülen damlaları emiyor. içimden yayılan soğuk titrememi artırıyor ve farkındalığımı. Yağmurun yokluğu ağlamamı daha da güçlendiriyor. Yokluk yokluk yoksunluk aniden kaybolan karanlık. Şimdi o kadar yabancı ki omzumdaki sıcak el, asla durduramıyorum çığlıklarımı. Boğulmamam gerek ve yerleşmemem. Sana diyorum yalnız olmam gerek. Ama salya akıtmaktan başka bir şey yapamadığım o iğrenç an, düşünmekten bile acizim. İçeride toplanması gereken bir valiz var, her yere dağılmış giysilerim. Yeni aldığım eski elbiseyi özenle katlayıp diğerlerini umarsızca tıkıştırıyorum. Soru soran bakışlar arasından, fazla boğuşmadan sıyrılıp kaynar suyun altına giriyorum. Her hücrem kavrulana, derim pul pul soyulana dek temizlenmeliyim. Canım acımıyor aksine lambanın titrek ışığının önünde belirginleşen buhar kümesi garip bir haz veriyor bana. Göz bebeklerimi bile temizliyorum. Tüm sevişmeleri, dokunuşları ve bakışları... O bakışları atacak kadar. Bu işin en güzel yanı çıkınca buğulu aynanın güzelliğiyle büyülenmek. Kusursuz çünkü flu. Dinmemiş çığlıklar ve bir çift kırmızı çukurla beraber valizimin başına dönüyorum. Herkes bıraktığım gibi valizimin iki yanına dikilmiş, sanki üzerini toprakla örtecek kürek darbesini bekliyorlar. Gitmem gerektiğini bir kez daha hatırlıyorum, saat altıya çeyrek var. Elime geçirdiğim ilk kotu ve en sevdiğim mavi kazağı giyiyorum. 123 çav! taktaktaktaktıkırtıkırtıkır... Loş yokuşları tırmanırken hava ılık, valizimdeki cesetse her geçen saniye daha ağır. Cihangirin temiz yokuşları kadar ıslak ve boşum. tıkırtıktıktıkırtıktıktık... İçimdeki kasvete inat edebileceğim tek yerde; sıra sıra dizilmiş, parlak ama mütevazi çiçekçilerin yanında valizimin üstünde oturuyorum. Sarhoşlar ufuk çizgisi gibi önümden geçiyor önce, ardından siyah çocuk satan seyyar çaylar boş demlikleriyle alay ediyorlar. En sonunda Japon turistler sabahın köründe kırmızı gözlerle kırmızı valizin üzerinde oturan bir kızın fotoğrafını çekiyorlar. Yakaladım sizi! 
  Işık caddenin bir kenarından yüzünü gösteriyor. onu ciğerlerime çekiyorum uzun uzun. Beni yutsun ve hiç bırakmasın istiyorum. Artık aydınlıkta sevişebileceğim birini istiyorum. Sözcükler bu kadar büyülüyken cümleler neden gerçek değil? Hiç hiç hiç inandırıcı. Belki de bir süre hepinizden uzaklaşmak iyi gelir. Valizde cesedimi çıkarırım. Beraber yürürüz iki sıra servi ağacı ile bezeli uzun yolları. Uzaklaştıkça o kadar ufalırız ki baktığınızda tek bedendir görebildiğinizve bu bizim için bir nevi hayat bulma eylemidir.
   Tıkırtıktıktaktakırtıktıktak... işine giden iki kadın bir adam. Okula giden bi kız bi erkek ötekini çözemedim. Simit satan simitçi. Arabasını silen simitçi. Simit yiyen simitçi. Yere attığım yarısı içilmiş sarma sigara, bitti. İstiklal burada bitti. İlk kez başımı döndürüp beni serseme çevirmeden bitti. Üzerindeki insanlar yüzünden göremediğim o harika kusurlarıyla bitti. Öyle bir bitti ki midemin inanılmaz bulantısını buruşturup attı, maalesef sokağın ortasına. Onu tanımıyormuş gibi yapıp yoluma devam ettim. İnsanlar seni görmez burada birine iki saniyeden uzun süre bakarsan varsayımsal bir kurşun tarafından vurulursun. Tam da bu yüzden küçük bir benlik inşa edebileceğim o sakin yere dönmeliyim. Her şeyden uzak o uçsuz bucaksızlığa aitim. 
  Peki lahana gibi giyinmiş olan benken kapalı ortamlar neden bu kadar üşütük? ki bence İstanbul'daki tüm metro merdivenleri ben ineyim diye yapılmış. Sekerek iniyorum. Hiç bitmiyor basamaklar, o kadar hızlıyım ki sarımtırak bir yokuş beliriyor ayağımın altında. Birkaç gün önce kısa bi sohbet için uğradığım arkadaş evinden bugün ağlayarak çıkmıştım. Sebebini sordular, keşke bilebilseydim. Keşke sarılıp sizinle ilgisi yok diyebilseydim. Kendime zerre kadar tahammülüm olmadığını ve içten içe kimseye değer veremediğimi söyleseydim. Metrodaki güvenlik amca, size değer verebilir miyim? Hayatımda olduğunuz ve bana bakıp terörist olma ihtimalimi sorguladığınız o üç saniye için bile olsa sevebilir miyim sizi? Vardiya bitiminde eve gidip karınıza size gülümsediğimi, günaydın dediğimi buna karşılık buz gibi tavırlarınızdan asla taviz vermediğinizi anlatacak mısınız? Anlatmayın. Kim olduğumu bilmiyorsunuz, ben de bilmiyorum. peki siz güvenlik amca, kim olduğunuzu biliyor musunuz?